Thursday, October 21, 2010

Unuttuklarım, Hatırladıklarım ve Bir Demet Teşekkür :)

Ne güzeldir ki ayık kafa ile yazıldı bütün bunlar...

Yıllardır neler eksiltmiş, neleri yitirmişiz hayatımızda... Oysa ekmek gibi, su gibi ihtiyacımız varken ona, birden daha çekici sandığımız, ihtiyaç duyduğumuzu düşündüğümüz tatlara yönelmiş farkında olmadan... Farkında olmadan kötürüm hale gelmişiz onun yokluğunda. Büyüdük de adam olduk! Boyumuz bir karış uzadı, kendimize bir sıfat yükledik de ne oldu sanki? Biz gerçekten okumayı, gerçekten hissetmeyi unutmuşuz çoktan, yaratmayı nasıl hatırlayalım! 

Nelerden ödün vermişiz kim bilir? Bu hale gelmek, hayatta bir yer edinmek, yaşamımızı sonradan koyduğumuz -toplumun zorla koyduğu- kalıplar içinde yaşamak için nelerden vazgeçmişiz? Hangi çocukluk rüyamızı ertelemeden, keyifle yaşamışız seçilmek zorunda kalan bu yol uğruna... Yok arkadaş, artık daha fazla ertelemeye yer yok hayatımızda! Daha fazla bariyere, daha fazla engele, kısıtlamaya yer yok! Amaç mutlu olmaksa, en çok mutluluk verici bu benim için! 

Bunu bana yeniden hatırlatan A.Ö. teşekkürler sana!

Ekmekle su yeterliymiş eskiden, nereden aklıma geldi bilirim elbet:

Eskiden Derdim Ki; İnsanın Başına Gelebilecek En Kötü Şey, 
Birgün "Yapayalnız Kalması"dır.
Öğrendim Ki; Hayatta İnsanın Başına Gelebilecek En Kötü Şey, 
"Yapayalnız Hissetmesine Neden Olan İnsanlarla Yaşaması"dır...
GOETHE


Şu güzel yazıyı paylaşan F.F. yıllar önce hissettiğim duyguları çıkarttırdın ortaya..

" Yolları hiç kesişmeyecek gibi gözüken iki yabancıydık biz. Farklı istasyonlardan bindik bu hayata. Önce ben, sonra sen… Aynı kompartımanda olmasa da birleşti yolculuğumuz hayatın o dar koridorlarında. Bu tren uzun, bu tren sıkıcı bazen boğucu… Kimi zaman yalnız yürüdük, kimi zaman beraber…

  Ben saf, her şeye kanan bir çocuk misali kandım bu birlikteliğe. Sandım ki bu yol hiç bitmeyecek, hep beraber yürüyeceğiz o koridorda. Fakat hayat yolları kesiştirdiği gibi ayırmayı da biliyor, ben de biliyordum aslında… Ama bazı şeyleri hatırlamak yerine unutmak daha güzeldir bazen. Geriye itmek, unutmak, yok saymak… Ve bu yolculuğun ortalarında, arkaya ittiklerim geldi avuçlarımın içine bir hediye paketi gibi. Hiç açmak istemeyeceğim bir paket gibi. Ben yırtmadım zaten o göz kamaştırıcı ambalajı, onun o esir edici çalımına takılmadım ben. Ama hep parçalayan biri olur ya bu ambalajı işte öyle alıp yırttılar paketi, önüme serdiler gerçekleri.

  Bir ayna çıkmıştı paketten. ‘Yüzleş artık’ dediler bana, ‘Yüzleş artık gerçeklerle!’ Elime tutuşturdular aynayı. Koridorda durup baktım aynaya: yüzüme, gözlerime, dudaklarıma... Birden gerilerde bir şey çarptı gözüme: o koridor boyunca bıraktığımız ayak izlerimiz... Ben hep iki çift iz var sanıyordum.. Tren boyunca yürüdüğüm, anlattığım, kesiştiğim biri var sanmıştım hep ama aynadan bakınca o izler bir çift gözüküyordu. İnanamadım gözlerime. Arkama dönüp baktım koridora, bir çift ayak izi duruyordu önümde. Elinde bir temizlik fırçası ve sen temizliyordun izlerini benimkilerin yanından.

 Tren durmadı devam etti yoluna. Sen de durmadın sildin bütün izlerini yanımdan. Yalnız başladığım koridoruma döndürdün beni yine. Oysa ben hep biri var sanmıştım yanımda, yol boyunca konuştuğum sen... Birden fırçayı bırakıp koştun yanıma elinde bir aynayla ve tuttun o korkumu yüzüme. ‘Yüzleş artık’ dedin sen de. ‘Ben olmadım senin yanında hiçbir zaman. O senin yanılgındı aslında. Sen hep olduğumu sandın, biri var sandın yanında. Bak şimdi aynaya da gör! Sen de yoksun bu trenin koridorunda, sen de olmadın bu hayat oyununda!’ Gözlerimi diktim elindeki aynaya... Kaybolan gözlerimi gördüm, ardımda hiç bırakmadığım ayak izlerimi.... (12 Temmuz 2005)

Yalnız kalmanın sadece bir yanılgı olduğunu, birlikteyken değil 3 kişi, 3.000 kişiymişiz gibi yaşayan ve yaşatan F.A ve A.Ö iyi ki varsınız :)


No comments:

Post a Comment