Friday, September 24, 2010

Narkoleptik Yaklaşımlar

Sabah kalkıp da gördüğüm rüyayı hatırladığımda bilinçaltıma hayran kalıyorum... Gece benden habersiz neler çıkarıyor ortaya. Uyanıkken üzerinde düşünmediğim, dikkatsizce izlediğim görüntüleri öyle bir işliyor, öyle gerçekçi yaşatıyor ki bana şaşırıp kalıyorum.. 

Bazen rüyalarımın gerçek olduğu hissine bile kapılabiliyorum. Uyanıkken hissettiğim bütün duyguları; acı, korku, heyecan, kızgınlık ne varsa hepsini yaşıyorum bazı rüyalarımda.. Sizde de olmuyor mu?? Yaşadığınız trafik kazasını en ince ayrıntılarına kadar hatırlayıp, kovaladığınız vampirin nefesini ensenizde hissetmiyor musunuz hatta çadırları delta kanat yapıp dağın tepesinden atlamıyor musunuz... Kısacası gerçek hayatta yapamayacağınız şeyleri yapıp ve onları en ince ayrıntısına kadar hatırlamıyor musunuz?

Bazı rüyalar var ki kendinize bile itiraf etmediğiniz duyguları yaşatmıyor mu size, normalde nefret ettiğiniz birini rüyanızda dövebiliyorsunuz, çok sevip de kaybettiğiniz birine yeniden sarılabiliyorsunuz ya da en ulaşılmaz sandığınız insana ulaşabiliyorsunuz rüyanızda.. Sonra gördüğünüz güzel rüyadan uyandığınızda ya da uyandırıldığınızda hüzünle karışık şaşkınlık yaşamıyor musunuz "Rüya mıydı??" diye düşünerek... Hatta yeniden yatıp gördüğünüz rüyaya devam etmek istemiyor musunuz?


Peki rüyalar gerçek olsa??  


Bugün gördüm..


Keşke olsa..



Narkolepsi: Aniden uykuya dalma hastalığı, genetik olduğu söyleniyor ancak aşırı duygusal reaksiyonlar bu hastalığı tetikliyormuş.. (Bkz.Wiki)

Somewhere over the rainbow

Aslında  Oz Büyücüsü (The Wizard of Oz) filmi için yazılan bu şarkı -ki 1940'lardan bahsediyoruz- bu güne kadar ne kadar çok evrim geçirmiş... Kimler kimler yorumlamış benim söylememe gerek yok, kutsal bilgi kaynağı söylüyor zaten :)

Ancak içlerinden biri var ki insanı umutla doldurup uçuracak sanki.. Şarkı bir de "What a Wonderful World" ile birleşince tadından yenmez olmuş! Kusura bakma Norah Jones bu seni bile solladı...




İşte benim gökkuşağımın ardındakiler böyle; 


Bazen kulaklıkları takıp dalsak diyorum; bir yandan sevdiğimiz müzikler çalsa, bir de karşımıza Orkun çıksa nasıl olur acaba :)

Wednesday, September 22, 2010

Küçük Deniz Yıldızı

Dalışla ilgili anılarımı yazmak için bu blogu oluştururken ve bu başlığı seçerken aklıma geçen sene Saros'da yaşadığım bir olay gelmişti. Kaçıncı dalışımdı hatırlamıyorum ancak çok da olmamıştı sanırım... Tünel'deki dalışımızdan daha yeni çıkmıştık Uzunkum'a, ekipmanımı söküp dinlendiğimiz çardağın altına geldiğimde masadaki avucumdan bile daha küçük olan turuncu deniz yıldızını gördüm. "Bak" dedi hocalarımdan biri, "dalıcılardan biri öldürdü küçücük deniz yıldızını!" Oysa yasaktı tüplü dalışta canlı olan her türlü yaratığı çıkarmak... 


Eşit şartlarda değiliz ki! Biz sırtımızda atmosferi taşıyarak onların dünyasına giriyoruz, o dünyanın bir parçası olmaya ve derinlerdeki güzellikleri yaşamaya dalıyoruz; 10 bilemedin 20 metre derinlikten odamızın bir kenarını süsleyecek güzel deniz canlılarını çıkarmaya değil! Oysa ki o yıldızı çıkaran dalıcı bunları hiçe sayarak derinlerden koparıp almıştı o güzelliği... 

Düşündüm, bu güzel yaratıklar bizim olanaklarımız karşısında ne kadar da savunmasızlar kendi dünyalarında. Halbuki hiç birisi gelip de bir dalıcının tüpünü kapatamaz, bizim onlara yaptığımız gibi kendi dünyamızdan bizi koparıp alamaz. Belki sadece zehirleriyle karşılık verirler yarattığımız tehditlere ama onun da çaresini buluruz biz panzehirlerle.

Ne zaman dalsam o küçük deniz yıldızı aklıma gelir, işte bu yüzden blogumun adı o küçük deniz yıldızına ithafen konulmuştur...

Monday, September 6, 2010

Her şarkı bir yolculuktur aslında..

İbrice'den kalkan teknemiz sıcak Ağustos güneşinin altında yavaşça ilerlerken, hava ve deniz en güzel dalışlarımızı yapmamız için yardımcı olmaya hazır gibiydi.. Ne kendi nefes alışverişimizi duyacak kadar sessizdik, ne de bağırışlar içinde sesimizi duyuracak kadar kalabalık.. Hangi dalış hazırlığı hem bu kadar huzurlu aynı zamanda eğlenceli olabilir ki? Minnoş, Despot ve Reef  dalışlarının ardından yunuslar eşlik etti yolculuğumuza. Limana dönüp de Köy evimize vardığımızda her zamanki yemek hazırlıkları ve içki masası sohbetleri başladı, yeni dostlar katıldı masamıza.. Bu hafta diğerinden farklı, Erikli gece hayatı da misafirimiz :)

Ertesi günler hava ve deniz yine yaptı yapacağını, sayesinde dalışlara diyecek yok! Tünel-Göbektaşı arasındaki güçlü akıntıya karşı palet vursak da görmediğimiz canlı kalmadı; her delikten bizi selamlayan mığrılar, kayaların altına gizlemiş böcekler ve kocaman bir ıstakoz ile yavrusu :) hatta teknemizin altından ayrılmayan vatoz! Tam 1 saat süren dalışımızın ardından gece sohbet muhabbet gırla, yine Erikli gecelerine devam..

Gecenin yorgunluğundan sonra yeni dostların araçlarında köy evimize dönerken çalan şarkılar kazındı aklıma...



Her yolculuk bir şarkıdan ibaret değil midir aslında? Şarkıyı tekrar tekrar dinlediğinizde, gözlerinizi kapattığınızda sanki yine o araçta gitmeniz gereken yere gidiyor gibi hissetmez misiniz? Aralık camdan gelen esintiyi yüzünüzde hisseder, o gün yaşadıklarınızı yeniden yaşamaz mısınız? Sonra şarkıyı mırıldanmaya başlarsınız:


"When the routine bites hard
And ambitions are low
And the resentment rides high
But emotions won't grow
And we're changing our ways
Taking different roads
Then love, love will tear us apart again..."

İstanbul'a dönüş yolculuğunda da şarkımız Norah Jones'tan geliyor,

"Sunrise, Sunrise
Looks like morning in your eyes
But the clock's held 9:15 for hours.."

30 Ağustos hafta sonu bütün yaz ihtiyacım olan her şeyi sundu bana.. Eğlence, huzur, güzel dalışlar, yeni dostlar... 

Katkıda bulunan herkese sonsuz teşekkürler :) 

Sunday, September 5, 2010

House MD Sezon 6 Bölüm 9

Madem dalamıyoruz, bitiremediğimiz dizilere devam edelim...

"The person you want when you’re dying isn’t the same person you want when you’re living"

 Acı çektiğimiz günlerde yanımızda olmasını istediğimiz insanlar, normalde katlanılması en zor olanlar mı gerçekten??  

Saturday, September 4, 2010

İlk Söz..

Giriş yapmak bu kadar zor olmamalı... Ancak arkadaşlarım teknede içkilerini yudumlarken, Taksim'de İspanya-Yunanistan maçını izlemek bu kadar çok koymamalıydı! Bir de yıldızların altında Saros'da Uzunkum'a karşı oturmak var tabi... Evet ne kadar zormuş sezonda İstanbul'da olmak anladım, hele ki sezonun kapanmasına birkaç hafta kalmışken...